İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı “yeni reform dönemi” hakkında Daily Sabah gazetesi ile bir röportaj gerçekleştirdi.
Yeni reform döneminin ana kodları, motivasyonları ve hedefleri nelerdir?
Bu dönemi, Cumhurbaşkanımızın liderliğinde yürüyen ve 2002 yılından bugüne Türkiye’nin her alanda yükselişinin devamı olarak okumak gerekiyor. Dolayısıyla sürekliliği olan; kalkınma, ilerleme ve gelişme sürecinin içerisindeyiz. Cumhurbaşkanımızın siyasi hareketinin ve kadrolarının önemli başarılara imza attığı çok değerli 18 yıllık bir dönemi yaşıyoruz. Türkiye’nin demokratikleşmesi, halkın refah seviyesinin yükseltilmesi, bölgesinde ve küresel alanda daha etkin olunması yolunda önemli mesafeler kat edildi kuşkusuz. Bu başarılar doğal olarak Türkiye’deki standartları, kriterleri ve beklentileri de yükseltti. Bunun bilincinde olan Cumhurbaşkanımız sürekli olarak demokrasi, refah ve ulusal güvenlik konusunda çıtayı daha da yükseltmek için çalışıyor. Zira gelişimin doğasında durağanlık olmadığını, yeniliklerle ve gelişimle birlikte dinamik politikalara ihtiyaç duyulduğunu en iyi o biliyor. Cumhurbaşkanımızı bugün en acımasız şekilde eleştirenler dahi, onun liderlik ettiği siyasi partiyi ve politikalarını yine aynı partinin önceki dönemleriyle karşılaştırabiliyor ancak. Dolayısıyla çıtanın her yükseldiği noktada siyasal alanda beklentilerin, gelişmelerin, değişimin olması da kaçınılmazdır. Siyasi hayatına baktığınızda da sürekli yenilenmenin, olumlu yönde değişimin ve gelişimin Cumhurbaşkanımızın en önemli prensiplerinden biri olduğunu göreceksiniz. Zira hepimiz çok yakından şahidiz ki, kendisi bu reform süreçlerini en iyi bilen ve yöneten bir devlet adamıdır. Demokratikleşme adımları, AB reformları, anayasa değişiklikleri ve vesayetle mücadele gibi alanlarda milletin gücüyle birlikte görülmemiş zaferler kazandık. Hedefimiz tek cümleyle ülkemizin refah, özgürlük ve güvenlik içinde geleceğe taşınmasını sağlamak. Cumhurbaşkanımızın yola ilk çıktığındaki hedefleri de zaten bunlardı. Bu hedeflerden bir an olsun vazgeçmemesi; değişim ve gelişimin sürekli olduğunu da kanıtlayan bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Şimdi de bu doğrultuda daha müreffeh ve daha demokratik bir Türkiye için yeni bir reform dönemi başlıyor.
Özgürlükler ve güvenlik ikileminde, Türkiye bu iki kavram arasında yeni dönemde nasıl bir denge gözetmeyi amaçlıyor?
Cumhurbaşkanımız liderliğinde Türkiye’de birçok ilke imza atıldığını biliyoruz. Hangi birini saysam? Türkiye bu dönemde en önemli özgürlükçü politikaları hayata geçirdi. İşkence gibi utanç verici suçları ortadan kaldıran da dini azınlıkların mal varlıklarını ve vakıf mallarını yıllar sonra iade eden de yine Cumhurbaşkanımızın başında olduğu hükümetler olmuştur. Ayrımcılık ile mücadele, kadın hakları konusunda atılan ilerici adımlar hep bu gurur verici karnenin parçalarıdır. Aynı şekilde Türkiye’nin karşılaştığı güvenlik problemlerine karşı verilen mücadele de ortadadır. Türkiye birbirinden tehlikeli, birbirinden sinsi ve birbirinden vahşi üç terör örgütüne karşı topyekûn bir mücadele verdi son yıllarda. Bir yandan kara sınırlarımızı korumak için askeri operasyonlar yaparken öte yandan da “Mavi Vatan” olarak adlandırdığımız deniz sınırlarımızı korumak için dünyayı şaşırtan hamleler yaptık. Dahası insan güvenliği konusunda dünyada eşine az rastlanır başarılara imza attık. Milyonlarca mültecinin güvenliğini sağladı Türkiye. Dünyanın insani yardım konusunda lider ülkesi oldu.
Bugüne kadar, özgürlükleri konsolide etmekle güvenliği sağlamayı hiç ikilem olarak görmedik. Özgürlük ve güvenlik bize göre birbirine bağlı ve birbiri için olmazsa olmaz durum ve kavramlardır. İnsanları devletin güvenliği için özgürlüklerinden mahrum etmek ne güvenliği sağlayabiliyor ne de sürdürülebilir bir durum oluşturabiliyor. Biz onun için bu kavramları birbiriyle ikilem oluşturacak şekilde çelişik değil birbirini tamamlayan bütünleyici kavramlar olarak görüyoruz. Cumhurbaşkanımızın sürekli olarak adalet konusuna yaptığı vurgu bunun anahtarı aslında. Bunun için adalet ve yargı reformu konusuna özel önem veriyoruz.
Dünyaya realist olarak bakıyoruz. Türkiye’yi dün tehdit eden terör örgütlerinin yarın başka isimlerde başka şekillerde karşımıza çıkacağının farkındayız. Neticede terör bir strateji ve bu meşum silahı hangi grup ne zaman eline alacak bilemeyiz. Ancak biz onlardan bir adım önde olmaya çalışıyoruz. Terörün hedefinin canımız kadar özgürlüklerimiz de olduğunun farkındayız. Onun için özgürlüklerimizi de canımız gibi korumaya çalışıyoruz. Bundan sonraki dönemde de bu mantık ve yaklaşımla yolumuza devam edeceğiz.
Güvenlik güçlerimiz kahramanca bu tehditlere karşı mücadelesini sürdürüyor. Savunma sanayimiz yirmi sene önce hayal bile edemediğimiz başarılar elde ediyor. Bunu sadece terörle mücadele etmek için ya da düşmana korku salmak ve hasımları caydırmak için yapmıyoruz. Milletimizin ulusal güvenliğinin bir parçası, onların özgürlüğü ve hukukun üstünlüğüdür. Milli iradedir. Bu terör örgütlerinin emellerine ulaşması durumunda neler olabileceğinin artık Türkiye’de herkes farkındadır. PKK’nın kurmaya çalıştığı Marxist-Leninist karakterli ve bununla birlikte emperyalist güçlerin vekaletini üstlenmiş totaliter rejimin provası Suriye’de görüldü. DEAŞ’ın kurmaya çalıştığı zalim ve vahşi yapı da herkesin malumu. 15 Temmuz’da başarılı olsaydı FETÖ’nün Türkiye’yi nasıl bir otokratik cunta rejimine çevireceğini de biliyoruz. Cumhurbaşkanımızın, güvenlik güçlerimizin ve halkımızın bu terör örgütleri ile mücadelesi sadece can güvenliği değil aynı zamanda özgürlüklerimiz için. Bunu da adaleti hiç unutmadan ihmal etmeden yapıyoruz.
Bu süreçte, iç ve dış kamuoyuna yönelik öncelenen mesajlar nelerdir? Reformlar vesilesiyle, bu başlıklarda bugüne kadar yöneltilen eleştirilere dönük nasıl bir cevap verilecektir?
Öncelikle yurtdışından gelen eleştirilere, eleştirilerin kaynağına göre muhatapları tarafından gerekirse cevap verilir gerekiyorsa da bilgilendirme yapılır. Son yıllarda Türkiye’ye yönelik karalama kampanyaları maalesef bazı ülkelerde ana akımda kendine yer bulmaya başladı. Bu çok normal olmayan durumu aslında birbiriyle kesişen birkaç gelişmenin ortak sonucu olarak okumak gerekiyor. Öncelikle post-truth da olarak adlandırılan hakikat ötesi çağ dezenformasyonun ve bilgi kirliliğinin etkin rol oynadığı, algıların olguların önüne geçtiği bir dönem. Bu dönemde Türkiye hakkında yazılan yalan yanlış haberlerin yarattığı etkinin farkındayız ve mücadelemiz devam ediyor. Post-truth’un bir özelliği de geçici olması yani hakikata zamanla yenilmesidir. 2019 yılında “Türkiye Suriye’de soykırım yapıyor” diye yalan haber yapanlar vardı. Bugün onları kimse hatırlamıyor. İkinci olarak Türkiye’nin artık aktif bir dış politikası olması bazı ülkelerin inşa ettikleri konforlu alanlarda onları rahatsız etmeye başladı. Bu ülkeler de farklı lobiler aracılığıyla Türkiye karşıtlığı pompalamaya başladı. Türkiye’ye yapılan eleştirilerin aslında büyük çoğunluğu bu iki kaynaktan yayıldı. Türkiye kamu diplomasi enstrümanları vasıtasıyla bu gruplarla mücadelesini sürdürüyor. Yalana karşı hakikat, lobilere karşı samimiyetimiz ve etkimizi ortaya koyuyoruz. Elbette kamu diplomasinin bir yönü olarak samimiyetine güvendiğimiz bazı eleştiri sahipleri ile de irtibat halindeyiz. Kamu diplomasinin iki yönlü bir köprü olduğunu biliyoruz. Onları bazı konularda bilgilendiriyor, karanlıkta kalan ve eleştiri kaynağı olan meseleleri aydınlatmaya katkıda bulunuyoruz. Gerekirse bu eleştirileri değerlendirip gereğini yapmaya çalışıyoruz.
Türkiye, özellikle 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında hassas bir şekilde milletin can güvenliğini, demokrasi ve adalet ilkeleriyle devletin güvenliğini garanti altına almaya çalıştı. PKK ve DEAŞ ile aynı anda mücadele etti. Bu süreçte gerek FETÖ üyeleri gerekse YPG-PKK uzantıları Türkiye ile ilgili bir kara propaganda kampanyası başlattı. Bu kampanyanın başarıya ulaşması için Türkiye’ye hasım ülkeler yabancı başkentlerde kesenin ağzını açtı. Bu süreçte Türkiye özgürlükler konusunda hassasiyetini en üst düzeyde tuttu, komisyonlar kurdu ve adalet sisteminin etkili çalıştırmak için çaba sarfetti. Ne demokrasiden ne de adaletten vazgeçtik bu süreçte. Biz demokrasiyi sürekli gelişim içerisinde olunması gereken bir süreç olarak görüyoruz. Bu süreç hiç bitmeyecek. Her dönemde yeni gelişmeler özgürlüklerin karşısına yeni tehditler çıkardığında yeni reformlar yapıp özgürlüklerini koruyacak bir sistem inşa etmeye çalışıyoruz. Çocuklarımıza miras olarak özgürlükleri bırakabileceğimiz bir sistem.
Ekonomi alanında yerli ve yabancı yatırımcılar için Türkiye’de daha elverişli ve öngörülebilir bir yatırım alanı sağlanması konusunda atılacak adımlar nelerdir? Tamamlanması için bir tarih/projeksiyon mevcut mudur?
Ekonomi reform sürecinin saç ayaklarından biri olacak tıpkı hukuk gibi. Burada önemli olan bazı gerçekleri hatırlamak. Türk ekonomisi pandemi sürecinde dünyanın oldukça zorlandığı bir dönemde doğru kararlar ve adımlar atıldığı için çok büyük bir kriz yaşamadı. Genel olarak dünya ekonomisinin etkilendiği, gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomileri büyük bir krize sokan bir pandemiden bahsediyoruz neticede. Türkiye’nin çok iddialı ve güçlü olduğu turizm ve hizmet sektörünün dünyada en çok etkilenen sektörlerden olmasına rağmen. Bundan sonraki dönemde gerekli önlemleri alarak COVID sonrası dünyaya hazırlanmaya çalışıyoruz. Jeo-ekonominin daha da önem kazanmaya başladığı bir dönemde ticaret yollarından enerji hatlarına birçok ekonomik hareketliliğin merkezinde bulunuyoruz. Bu süreçte bir yandan halkımızın yaşam kalitesi ve refahı temel önceliklerimiz arasında olacak. Elbette Cumhurbaşkanımızın dediği gibi bu süreçte bazı zor kararlar alınmak zorunda kalabilir ama hedefimiz bu kararlar sonrası müreffeh bir toplum yaratmak. Enflasyonla mücadele bu sürecin önemli bir aracı olacak. Bunun yanında dış ticarette ihracatı artırmak en önemli hedeflerimiz arasında. Özellikle dünyada tedarik zincirlerinin yeniden şekillendiği bir dönemde bu konuda yatırımları cazip hale getirmek için hükümet tarafından gerekli adımlar atıldı. Bunun sonucunda ihracat rakamlarımızdaki yükselişi önümüzdeki dönemde görmeye devam edeceğiz. Bu durum istihdam için de oldukça önemli. Genç ve dinamik bir nüfusumuz var. Bu nüfusun COVID sonrası dünyayı gerekli mesleki ve sektörel hazırlıkları yapmış olarak girmesini istiyoruz. Bununla birlikte enerji alanında atılan adımlar ve Karadeniz’de artarak devam eden enerji keşiflerimiz bütçeyi ve dış ticaret hacmini önemli bir yükten kurtaracak. Merkez Bankası ise bu süreçte para piyasalarına gerekli güveni vermeye devam edecek. Yapısal reformlara tam gaz devam edeceğiz. Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği gibi yatırımcıyı faize ezdirmeden dengeli ve rasyonel bir para politikası izlenmesini bekliyoruz.
Bu dönemde Avrupa Birliği (AB) ile ilişkiler nasıl seyredecek?
AB süreci, Cumhurbaşkanımızın ilk günden bu yana çok önem verdiği bir süreç. Zira 2002’den bu yana AB konusunda önemli gelişmeler yaşandı. En önemli reform paketleri bu dönemlerde kabul edildi. Eskiden sürekli olarak AB trenini kaçırmaktan kaygı duyanlar vardı. Aslında biz AB konusundaki kararlılıktan hiç vazgeçmedik. AB treni bir süre tekledi. Türkiye’ye yönelik ikircikli bir tavır ve tutarsız politikalar geliştirmeye başladılar. Avrupa’daki iç çekişmeler, Britanya’nın Birlik’ten ayrılması, Avrupa anayasası tartışmaları, yükselen ırkçılık ve aşırı sağcılık sonrası Türk halkının bir kısmında hayal kırıklığı yaratacak şekilde süreç akamete uğratıldı. Ancak bu süreçte Türkiye’nin AB için nasıl bir olmazsa olmaz olduğu da görüldü. Mülteci meselesindeki insani ve ahlaki yaklaşımı, terör örgütlerine karşı ayrım yapmadan verdiği mücadele ve dünyanın neresinde olursa olsun demokrasi ilkesinin arkasında tutarlı bir şekilde durarak Türkiye henüz üye olmadan AB’ye örnek bir ülke oldu. Türkiye’nin üyeliğini AB’nin hem jeopolitik varlığı hem de çok kültürlü geleceği için olmazsa olmaz görenlerin sayısı artmaya başladı. Biz AB üyeliği yönündeki kararlılığımızı on yıllarca ortaya koyduktan ve Cumhurbaşkanımızın son hafta verdiği mesajlardan sonra artık iyi niyet gösterme sırası AB’de. Doğu Akdeniz ve yaptırım konusunda yapılan bazı haberler Türkiye ile AB’nin çıkarları açısından riskli gelişmeler. Özellikle de içinden geçilen bu kritik dönemde. Türkiye’nin stratejik hedefleri için AB ne kadar önemliyse AB’nin güvenliği ve geleceği için Türkiye o kadar önemlidir. Bazı liderlerin iç politik manevralar için Türkiye’yi kullanmaya çalışması o ülkelerde dahi kabul görmezken bu durum AB’de kesinlikle muteber bulunmamalıdır. AB ortak bir gelecek düşüncesiyle ayrımcılık yapmadan, uzun vadeli ortak çıkarlarımız ışığında artık Türkiye ile ilgili açmazını aşmak zorundadır. AB ekonomisi, siyaseti ve dış politikası için bir dahaki en büyük hamle Türkiye’nin tam üyeliği olacaktır. Biz buna hazırız.